0530 708 54 54
0530 708 54 54
31 Ağustos 2016 Çarşamba 00:00:00 - Güncelleme:31 Ağustos 2016 Çarşamba 00:00:00

Müslümanlar artık o ezberleri unutmalı 

15 Temmuz darbe ve işgal girişimi özenle gizlenen birçok gerçeğin ortaya çıkmasını sağladı. Meğerse o yıllardır “Kemalist vesayetin kalesi” sanılan ordu geniş ölçüde FETÖ’cülerin ve onlarla ortaklık yapan CIA ajanlarının elindeymiş. Sadece ordu mu? Sivil bürokrasinin, güvenlik kurumlarının ve yargının en kritik noktaları FETÖ’nün elindeymiş. 

Bunun anlamı şudur: 15 Temmuz öncesi Türkiye devletindeki en hassas noktalara yıllardır Amerika’nın adamları yerleşmişti. Bunlar devletin her türlü faaliyetini ABD stratejisine uygun olarak yönlendiriyorlardı. ABD’nin işine gelmeyen bir karar alındığında ya bunu baltalıyor ya da mekanizmayı hareketsiz bırakıyorlardı. Ülke sürekli patinaj yapıyor, Türkiye’yi güçlendirecek, halkın refahını arttıracak projeler uygulanamıyordu. 

Gizlediler                                                                                 

Elbette, devlet mekanizmasının bu durumu insanların dikkatini çekiyordu. İşte bu nedenle ABD’nin devlet dışındaki, üniversitelerdeki, medyadaki, uzmanlar ve hukukçular arasındaki elemanları devreye giriyordu. Onlara verilmiş olan görev, Türkiye’nin ABD’ye olan bağımlılığını ve FETÖ’cülerin devlet içindeki örgütlenmesini gizlemekti. 

Amerikancı aydınlar şöyle bir hikâye yazdılar ve birçok insana kabul ettirdiler: Devleti ele geçirmiş ve üst tabakalara yerleşmiş bir grup insan vardı. Çoğu general olan bu insanlar vesayet uyguluyor, halkı eziyor, dini değerlere düşmanlık güdüyor ve sık sık darbe yapıyordu. Eğer ABD ve AB ile demokrasi adına birleşilir ve bu vesayetçi devlet zayıflatılırsa her şey düzelecekti. Elbette her yalanda olduğu gibi bu uydurmalarda da bir miktar gerçek payı vardı ama onların vesayet dediği iş Amerikan vesayetinden başka bir şey değildi.  Amerika’nın adamları kimi zaman Kemalist, kimi zaman Müslüman FETÖ’cü kılığında hep aynı odaklara hizmet etmişlerdi. Amaç, devleti ele geçirmek ve ülkemizi köleleştirmekti. 

Sorun neredeydi? 

Türkiye’deki sorun bir hayat tarzıyla başka bir hayat tarzı arasında değil, dindar insanlarla laiklik hassasiyeti olanlar arasında hiç değil, kısacası Türkiye halkının kendi arasında değil, Türkiye ile küresel güçler arasındaydı. Küresel odaklar ülkemiz üzerindeki amaçlarını uygulayabilmek için bir dönem “Batıcı laik” dünya görüşüne sahip olanları, başka bir dönem kendini “Batı yanlısı siyasal İslamcı” olarak görenleri manipüle etmişlerdi. Oysa her iki görüş de tarihe karışmış, içleri boşalmış ve emperyal gücün araçları haline gelmişti.  

Türkiye’de Batı yanlısı “siyasal İslamcılar” nasıl bugün asıl desteklerini ABD’den alıyorlarsa, 1920’li yıllarda da bir İngiliz sömürgesi olan Mısır’da yuvalanmışlardı. Nitekim Mısır 1936 yılında bağımsızlığına kavuşunca bu odaklar o ülkeyi terk etmişti. 1950’lerde soğuk savaş başlayınca önce İngiltere, daha sonra ABD komünist Rusya’ya karşı “siyasal İslamcıları” kullanmaya karar vermişlerdi. Hatta bunların liderleri Beyaz Saray’da bile ağırlanmıştı. 

Kullanıldılar 

Dönemin Mısırlı siyasal İslamcılarının önemli ve bazı değerli fikirleri olabilir. Ama birçok İslamcı liderin ABD emperyalizmine ve Siyonizm’e karşı mücadele veren Arap milliyetçiliğini sabote etmek için kullanıldığı da bir gerçektir. Bunlar ulus devletlere karşıydılar, dini değerleri ve geleneği ortadan kaldıranın sadece milliyetçiler olduğunu düşünüyorlar, emperyalizmi kavramıyorlardı. Hatta bazıları ulus devletleri yıkıp, yerine ABD ve İngiltere’nin desteğiyle İslam hilafetinin kurulabileceğini düşünecek kadar akıllarını yitirmişlerdi. Oysa bugün Türkiye’de nasıl FETÖ ve ABD projesi “ılımlı İslam” gerçeği ayan beyan ortadaysa, Arap âleminde de DAEŞ gerçeği göz önündedir. 

Mısır gibi Suudi Arabistan da bu tür hareketlerin geçmişinde büyük rol oynamıştır. Bugün kısmen uyanmış olan Suudi yönetimi uzun yıllar boyunca Amerikancı “ılımlı İslam” denilen akımın şampiyonluğunu ve finansmanını yapmıştır. İslam dünyasındaki Amerikancılığın merkezlerinde yetiştirilenler Selçuklu ve Osmanlı’nın mirasçısı, bölgemizin gözbebeği olan Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak istemişlerdir. 

Soğuk savaş artıkları 

İşte oralardan, 1960’lerdaki CIA destekli Komünizmle Mücadele Dernekleri ve benzerlerinden yetişip palazlanan bu tür hareketler İslam dünyasının umudu ülkemizde vesayet rejimi kurmuş ve bizi boyunduruğa almak için 15 Temmuz darbesini yapmıştır. 

Bu dönemde üzerinde önemle durmamız ve anlamı üzerinde derin düşünmemiz gereken bir ilkemiz var: ”Tek devlet, tek millet, tek vatan ve tek bayrak”. Dikkat edin, artık ülkemizin sloganı haline gelmiş olan ve “Rabia” yani “4” olarak anılan cümleyi kimi liderler ağızlarına bile almıyor.  Oysa milletimizi de, İslamiyet’i de ayağa kaldıracak olan bu ilkedir. Devletimizin korunmasıdır. Emperyal gücün ülkeleri yıktığı ve milyonlarca insanın canına kıydığı Ortadoğu’da ülkelerin toprak bütünlüğüdür. Güçlü ve büyük Türkiye tüm İslam ülkelerinin ve mazlum milletlerin geleceği için tek güvencedir. 

Ezikliğe hayır! 

Ezberleri bozalım ve Batı’dan azınlık hakları dilenen ve söylemi “lütfen bize İslamofobi yapmayın” diye yalvaran “ılımlı İslam” ezikliğini bir yana bırakalım. Türkiye “dünya 5’ten büyüktür” gerçeğinin hayata geçmesine öncülük edecektir. Okyanus ötesindeki emperyal güce karşı diğer gelişmiş ülkeler dâhil herkesle dostluk ve işbirliğine “evet” derken, değerlerimizin küresel amaçlar uğruna istismar edilmesine artık izin vermeyelim. 

Etiketler :
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanan aydınlatma metnimizi okumak için buraya, mevzuata uygun çerez politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya, gizlilik politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
closeX