0530 708 54 54
0530 708 54 54
15 Aralık 2016 Perşembe 00:00:00 - Güncelleme:15 Aralık 2016 Perşembe 00:00:00

Neden seferberlik? 

Terör ve terör örgütleri tarih boyunca Türkiye’yi etkilemek, dış politikada belli yönlere sürüklemek isteyen küresel güçler tarafından kullanılmıştır.

Terör ve terör örgütleri tarih boyunca Türkiye’yi etkilemek, dış politikada belli yönlere sürüklemek isteyen küresel güçler tarafından kullanılmıştır. Zaten bütün dünyada durum böyledir, büyük ülkelerin istihbarat servislerinin desteği olmaksızın terör örgütleri bir gün dahi ayakta kalamazlar. Ancak son yıllardaki gelişmeler ve Obama yönetimi ile Merkel’in Türkiye’ye karşı olan tavırları terörle Türkiye’yi etkilemenin de ötesinde ülkemizin varlık ve birliğine kast edildiğini ortaya koymuştur. 

Terör planları 

Aşağı yukarı 25 yıldır, FETÖ’nün parlattığı ve kamuoyuna kabul ettirdiği bir yığın PKK dostu medya meşhurları bu konuda gözümüzü kör etmek için her türlü yöntemi kullandılar. FETÖ’cü liberaller, satılmış akademisyen ve medyacılar terörün dış kaynaklı küresel bir sorun olmadığını, sadece Türkiye’nin iç koşullarından kaynaklandığını savundular.  Terörün dış kaynağını gizlediler, bizi terörle uzlaştırmaya çalıştılar, bu çabalarında elde ettikleri her mevzi daha büyük terör saldırıları için bir temel oldu. 

Aslında teröristlerle FETÖ’cü liberallerin ortak taktikleri son derece basitti. 12 Eylül döneminden sonra bir demokratikleşme sürecine girmiş olan ülkemiz, giderek sivilleşmekte, temel hak ve özgürlükleri bir bir  tanımaya başlamaktaydı. 28 Şubat’la bazı açılardan kesintiye uğrayan bu gelişme AK Parti iktidarıyla iyice hızlandı. Bölücü terör örgütü, FETÖ’cü terör örgütüyle işbirliği halinde o şekilde algı operasyonları yaptı ki sanki Güneydoğu’daki sosyal ve ekonomik ilerlemeler PKK eylemleri sayesinde elde edilmiş gibi gösterildi. FETÖ’cü liberaller ellerindeki medya olanaklarıyla teröristleri bir etnik grubun temsilcisi olarak sundular, bu şekilde bölgede kitle tabanı oluşturmak istediler. 

2011 Dönüm noktası 

Ancak 2011’den sonra Türkiye’deki terörün rengi değişmeye başladı. Obama yönetiminin başlattığı “Arap Baharı kumpası” bölge ülkelerini bölüp parçalama hedeflerini somutlaştırdı. ABD’nin seçilmiş başkanı Trump’ın ve dönemin bölgedeki ABD’li generallerinin dediği gibi DEAŞ’ı kurdu ve destekledi, saldırıya hazır hale getirdi. Yapılan plana göre ABD bölgede DEAŞ’ı Irak ve Suriye’ye saldırtacaktı. Bu arada çözüm süreci bahanesiyle Türk ordusu PKK’nın sıradan bir müttefiki haline getirilecekti. 2014’ü hatırlayalım, TSK neredeyse PKK’nın kollarıyla birlikte Arap çöllerinde komutasını ABD’nin yaptığı bir savaşa sürüklenecekti. 

Öte yandan, İran da devreye tamamıyla sokulup başta Suudi Arabistan olmak üzere birçok Ortadoğu ülkesi mezhep çatışmalarına bulaştırılacaktı. Türkiye bir kabile devleti gibi bu maceralara dâhil edilip oluk oluk Türk kanı akıtılacaktı. Medyada yapılan PKK’lılara saz çaldırma ayinlerinin ve bazı siyasi partilerin hain mensuplarının kendi partilerini bırakıp PKK’ya destek vermelerinin amacı buydu. PKK’nın ABD’nin Kandil’deki irtibat subayları aracılığıyla yürürlüğe koyduğu bu senaryoya Türkiye’de destek veren yüzlerce aydın, medya mensubu, siyasetçi vardı. Tabii asıl destek adeta ikinci bir devlet haline gelmiş olan FETÖ yapılanmasının general, subay, bürokrat ve yargıçlarından geliyordu. 

Onlar mat oldu 

Türkiye tüm bu kumpaslara direnip alet olmadığı için değişik satranç hamlelerinden sonra küresel güçler Türkiye’ye 15 Temmuz’da “şah” dedi. Ancak bu oyunda halkın liderinin yanında yer almasıyla emperyalistler “mat” oldu. Ardından sıra ekonomik darbelere geldi, Obama’nın 8 Kasım seçimlerini kaybetmesinden sonra ise küreselciler intihar eylemlerine başladılar. Son günlerde tırmanan terör bunun ifadesidir. 

Türkiye Obama yönetiminin planlarına karşı her ne kadar elinden geldiği kadar mücadele ettiyse de çok sayıda siyasal aktörün yer aldığı Suriye ve Irak denkleminde haliyle yüzde yüz başarı sağlayamadı. Bununla beraber dış siyasette izlediğimiz çok yönlü ve çok kutuplu çizgi sayesinde Fırat Kalkanı operasyonunu başlatabildik ve bugün El Bab’ı almak üzereyiz. Bu kazanım bile Türk dış politikasında 1938 Hatay zaferinden sonra bir ilktir ve belki ondan da önemlidir. 

Türkiye’nin teröre karşı mücadelede büyük engeli 1946’dan beri iliştirilmiş bulunduğu Batılı güçlerin bizzat teröre destek vermelerindendir. Türkiye bağımsızlaştıkça teröre karşı mücadelesi daha da başarılı olacak, terörü yendikçe de prangalarından kurtulacaktır. Bu bakımdan terörle mücadelesi de Batı’nın çizmiş olduğu sınırları aşmalı, kendine has Türk tipi bir mücadele tercih edilmelidir. Zaten artık terör, bilinen şiddet eylemlerini kat kat aşmış, sınırlarımızın dışından yöneltilen bir saldırıya dönüşmüştür. 

Son kavga 

Sayın Cumhurbaşkanımız teröre karşı ilan ettiği Milli Seferberliği Kurtuluş Mücadelemize hatta Çanakkale Savaşı’na benzetirken son derece haklıdır. Gerçi o mücadelelerden sonra kazandığımız siyasal bağımsızlığımızı o günün şartlarında ekonomik ve kültürel bağımsızlıkla tamamlayamadık. Fakat bu günkü kurtuluş savaşımız eksiksiz bir zafer kazanmamızı sağlayacak ve ülkemiz dünyanın en güçlü ülkeleri arasında hakkı olan yere sahip olacaktır. 

Milletçe teröre karşı seferber oluyoruz. Burada herkese düşen bir görev vardır. Bazen bu mücadeleye pek katkısı olamayacağını sananlar belki de en büyük hizmeti verebilirler. Halkımızın uyanıklığı ve güvenlik güçlerine yardımı en büyük kumpasları bile açığa çıkarabilir, bunu da unutmayalım.  

Etiketler :
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanan aydınlatma metnimizi okumak için buraya, mevzuata uygun çerez politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya, gizlilik politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
closeX