0530 708 54 54
0530 708 54 54

YAZARLAR

Türkiye'ye evet, Batı'ya hayır 

Cumhurbaşkanlığı Sistemini tartışırken içinde bulunduğumuz zaman ve mekânı yok sayıp soyut ilkelere takılıp kalamayız. Son yarım asırdaki gelişmelere baktığımızda demokrasimizin asıl karşı karşıya kaldığı tehlikenin terör olduğunu görürüz. Aslında bölgemiz ve ülkemiz yakın dönemde o denli şiddetli bir saldırıya uğramıştır ki sadece demokratik rejimin değil Türkiye’nin bağımsızlığı ve varlığının da tehdit altında olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır.  16 Nisan referandumu bir bakıma bu tehlikelere karşı izlenecek çizgiye ilişkindir. 

AB’yi anladık 

Bu ülkede yıllarca geleceğimiz için asıl garantinin AB üyeliği, Avrupa ile bütünleşme veya Batı değerlerini benimseme olduğu iddia edildi. Eğer AB ailesinin koruması altına girer ve demokratik yapımızı onların istediği gibi düzenlersek güvenliğimizi de en iyi bir şekilde sağlama bağlayabilecektik. Aynı şekilde, ülkemize yönelik terör tehditlerinden biri olan PKK’ya karşı da bir çözüm süreci içine girersek kalıcı bir barış ortamına ulaşabilecektik. Bu vaat veya projelerin tümü asılsız çıkmış, bunların hayali olduğu pratikte kanıtlanmıştır. 

Önce PKK konusundan başlayalım. Bölücü terör örgütü bölge halkının huzuru için gösterilen hoşgörüyü kötüye kullanarak 2015 yılında bir hendek kalkışması ve bir terör kampanyası başlattı. Ardından Suriye’de Obama yönetiminin desteğiyle devletçikler ve bir terör koridoru oluşturmaya gayret ederek terörü bir dış saldırıya dönüştürdü. Ülkemizin birliğini, bütünlüğünü ve hatta bekasını hedef alan bu saldırılara karşı Batı’dan bize herhangi bir destek gelmedi, AB ve NATO’dan bir yardım görmedik. Tam tersine başta Merkel olmak üzere Avrupalılar açık ve net bir biçimde PKK’nın yanında yer aldılar. 

Nerdeyse savaşa girecektik 

Ekim 2015’te Rusya’nın Suriye krizine müdahil olmasıyla birlikte tarihimizde Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Kuzey komşumuz gibi bir büyük güçle savaş yapma riskiyle karşı karşıya kaldık. Egemenlik ve güvenliğimizi emanet ettiğimiz NATO ve AB bizi korumadılar. Tam tersine bizi ateşe sürerek, insanımızın kanı üzerinden avantaj elde etme peşine düştüler. 

Türkiye Rusya ile çatışma tuzağına düşmeyince bu kez 15 Temmuz kalkışması oldu. Gözümüzle gördüğümüz, direnerek canımızı kurtardığımız, üniformalı teröristlerin uçaklarla, tanklarla üzerimize kurşun yağdırdıkları bir darbeyi Batı yok saydı. Bizim darbeye karşı direnişimiz Avrupa’da “antidemokratik eğilimler” olarak değerlendirildi. Yıllardır özgürlük ve demokrasi nutukları atan Avrupalı siyasetçiler, sivil toplum önderleri, aydınlar, medya mensupları eli kanlı cuntacılara destek çıktılar. 

Kendi konumunun gereği 

Avrupa, PKK terörü ve FETÖ darbesini destekleyerek kendi değerleriyle ters mi düşmüştü? Hayır, AB yöneticileri 15 Temmuz darbe ve işgal hareketinin arkasında durarak kendi konumlarının gereğini yapmışlardı. 15 Temmuz’un amacı Türkiye liderliğini devirmekti. Bunun nedeni de çok açıktı, çünkü bu liderlik Batı sistemini ve dünyada Türkiye biçilmiş bulunan kölelik rolünü sorguluyordu. Bu sorgulama kurulu düzenden nemalanan Almanya, Fransa gibi ülkelerin imtiyazlarını yitirmeleri sonucunu verebilirdi. 

Batı değerlerinin her şeyden önce Batı’nın üstünlüğünü korumak demek olduğu açıktı. Batı kendi varoluşunun gereğini yapıyorsa bizim de kendi göbeğimizi kendimizin kesmesi gerekiyordu. Darbe ve ihanet sonrası bir ulusal tepki olarak AK Parti ve MHP bir araya geldi ve eskiden beri masada olan Başkanlık projesi “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” olarak referanduma sunuldu. 

Güçlü Türkiye 

Bugün içinde bulunduğumuz ortamda etkin bir yürütme mekanizmasını oluşturmak güçlü bir Türkiye’nin başlıca şartıdır. Bugünkü parlamenter sistem ülkemizde arkalarında hep Batı’nın bulunduğu ve 1960 yılından beri tekrarlanan darbelerin eseridir. Ülkemiz o şekilde tasarımlandırılmıştır ki ekonomi İMF ve Dünya Bankasına, dış politika ABD ve AB’ye, savunma da NATO’ya bırakılmıştır. Şimdi tüm bu ilişkilerin bir beka garantisi olmayıp tam tersine birer pranga olduğu anlaşıldığına göre “Türk tipi bir güçlü devlet” şarttır. 

Referandum konusunda propaganda çalışmaları yapan partilerin açıklama ve konuşmalarına baktığımızda “Evet” diyen AK Parti ve MHP dışında kalanların “güçlü Türkiye” ihtiyacına hiç dokunmadıklarını görüyoruz. Aslında bu tavrıyla CHP, zaten bir Türkiye partisi olmayı asla becerememiş olan HDP’nin çizgisine yaklaşmıştır.   

Ortak noktalar var 

CHP’liler PKK ve FETÖ ile “Hayır” deme konusunda aynı çizgide birleştiklerini hatırlatanlara tepki gösteriyorlar.  Oysa örneğin bir Fırat Kalkanı operasyonu konusunda da aynı yerde duruyorlar. Ülkemizin çıkarlarını savunan ulusal bir dış politika çizgisi yerine AB’nin bize dayattığı konumu benimsiyor ve iç politikada da Merkel’in maksatlı ve kötü niyetli öğütlerini tekrarlıyorlar. “Hayır” demeyi savunanlar bu şekilde darbeci katilleri mağdur gösterenlerle de ortak pozisyon almış oluyorlar. Ve özet olarak zayıf ve güdümlü bir ülkede yaşamayı seçiyorlar. 

Geleceğimiz için 

CHP ve diğer “Hayır” yanlısı partilerin tabanlarında belki biraz da bugüne dek AB konusunda yapılmış yanıltıcı propagandanın etkisiyle terör ve güvenlik konularına belli bir rehavetle bakanlara bölgemizdeki ülkelere ve Akdeniz sularında boğulanlara bakmalarını öneririm. Çocuklarımızın geleceği için, güçlü bir devlet ve büyük Türkiye için Cumhurbaşkanlığı Sistemi önerisini desteklemeliyiz. 

 

Kayahan Uygur Diğer Yazıları

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanan aydınlatma metnimizi okumak için buraya, mevzuata uygun çerez politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya, gizlilik politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
closeX