0530 708 54 54
0530 708 54 54

YAZARLAR

Amerikan gözbağcılığının bitişi-2 

Dünkü yazımda 1933’ten beri devam eden Amerikan yanlısı “İslamcılık” hareketini anlatmaya başlamıştım.  Bu hareketin özü Suudi-ABD işbirliği çizgisidir. 

Aramco “İslamcılığı” 

ABD’nin 1930’larda Suudi Arabistan’da petrol imtiyazları elde etmesi bölgedeki Amerikan varlığı için bir dönüm noktasıydı. O andan itibaren bölgede İngiltere yavaş yavaş gerilemeye ve yerini ABD almaya başladı. Amerikan petrol şirketi ARAMCO Suudilerle sadece ekonomik konularda iş birliği yapmıyordu. Birçok araştırma enstitüleri ve hem Batılı, hem Doğulu uzmanların katıldığı komisyonlar kuruldu ve ABD’nin çıkarlarına uygun bir “İslamcılık” hareketi geliştirilmek istendi. ARAMCO sözde tarihi araştırmaları bile finanse ediyordu. Bu ARAMCO araştırmalarından birinde eski çöl bedevileri olan Suud aşireti soyunun hatta Haşimi’lere kadar bile uzandığı iddia ediliyordu (!). 

Dünkü yazımda daha çok petrol üzerinde durmama rağmen Suudi’nin önemi ne sadece petrolden ne de İslam dünyasındaki yerinden kaynaklanıyordu. Aynı zamanda bu ülke çok stratejik bir noktadaydı. Daha sonra ABD Dışişleri Bakanlığı’na gelecek olan Dean Acheson 1943 yılında şöyle diyordu: “Suudi Arabistan’ın bulunduğu yer son derece hayati önemdedir. Kızıl Deniz ile Pers Körfezi’nin deniz yolları arasındadır.  Ve havayollarında da doğrudan Batıyı Hindistan’a ve Uzak Doğu’ya bağlayan yerdedir.” 

Bu iki denizin dünya ticaretinin kalbi olduğunu bilenler bu sözlerdeki anlamı kavramışlardır.  1945’de Amerikalılar Suudi’lerle yaptıkları gizli bir anlaşmayla ülkenin doğusunda, deniz kenarında bulunan Dahran’da çok büyük bir askeri üs kurdular. Ve orada sadece Amerikalıların ve diğer yabancıların yaşadığı çok büyük bir şehir sıfırdan inşa edildi. İslam dünyasına yönelik tüm plan ve projeler buradan yönetildi. 

Atom bombası ve anti-komünizm 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğusu ve batısıyla bütün Avrupa çok büyük kayıplar vermiş ve dizleri üzerine çökmüştü. İngiltere dünya hakimiyetini sürdürecek durumda değildi. İkinci Dünya Savaşı’nı el altından kendisi çıkarttığı halde hiç hasara uğramayan liberal ABD dizginleri eline almış ve demokrasi havarisi kesilmişti. 

ABD’nin savaşın son yıllarındaki ilk icadı atom bombasıysa, ikincisi anti-komünizmdi. Her ne kadar Rusya’daki rejimin eleştirilecek pek çok yanları olsa da dünya için en önemli tehlike elbette ki o değil ABD’nin bizzat kendisiydi. Ancak sömürüyü destekleyen liberal aydınlar ve Amerika ve İsrail ile işbirliği yapan “Müslüman” liderler kendilerini haklı göstermek için anti-komünizm mazeretine sığınmışlardı. 

Şuursuzluk 

O kadar ki ABD Hiroşima’ya atom bombası attığında İbn-i Suud Truman’a bir telgraf çekip, “Sayın Başkanım bir bomba da komünist Rusya’ya at” demişti.  Vahhabi lider atom bombasının sivil ölümlerine yol açacağını ve ayrıca Rusya nüfusunun yüzde 20’sinin Müslüman olduğunu bilmiyor muydu? Yoksa Türk veya Kafkas asıllı Müslümanlar da umurunda değil miydi? İşte Amerikancı “İslamcılık” insanı bu hale indirir. 

Amerikalılar bile Suudilerin bu aşırı anti-komünizmini hayretle karşılamış, onlara “Suudi Arabistan’da komünist olup olmadığını” sormuşlardı. Kralın buna cevabı şöyle olmuştu: “Bana ülkemde bir komünist bulun size hemen kellesini getireyim.” Tabii Suudilerdeki aşırı anti-komünist hassasiyetin bir nedeni de ülkedeki aşırı gelir adaletsizliğinin ve eşitsizliğinin sorgulanmakta oluşuydu. 

2000’li yılların başında Amerikan Newsweek dergisi demokrasiyi hep ilerleten 10 liderden biri olarak Suudi Kralı Abdullah’ı göstermişti. Bu da liberallerin ve batının nasıl bir demokrasi anlayışına sahip olduğunu anlatmaya yeter sanırım. 

ABD İngiltere’den iyi mi? 

Biz İkinci Dünya Savaşı sonrasına dönelim. Bu dönemde pek çok ülke ulusal bağımsızlığını kazanıyor ve destek almak için Rusya’ya yaklaşıyordu. Bundan kaygılanan Amerikan Başkanı Eisenhower ve Dışişleri Bakanı John Foster Dulles stratejik bir plan yaptılar. Bu planda Suudi odaklı anlayışlara özel bir önem verilecek ve Amerikancı “İslamcılık” eliyle Amerika’nın sömürgeci bir ülke olmadığı kanıtlanmaya çalışılacaktı. 

“İngiltere sömürgeciydi ve bütün kötülükler İngiliz aklından geliyordu.” Müslümanlar buna inandırılacaktı. Halbuki Amerikan sömürgeciliğinin kendinden öncekilerden tek farkı geçişte devletlerin yaptığı işleri özel firmaların halletmesi ve Amerikalıların etkileri altına aldıkları ülkelerde küçük bir azınlığı aşırı zenginleştirmeleriydi. 

Anti-emperyalizm sınavı 

Mısır Kralı Faruk’un 1952 yılında Nasır hareketi tarafından devrilmesi ve Nasır’ın İngiliz iş birlikçilerine ve emperyalizme tavır alması Suudi tipi Amerikan “İslamcı” akımı son derece rahatsız etti. Unutulmuş olabilir ama bugün önemli İslami liderler olarak kabul edilen bazıları o dönemde Nasır’a karşı yardım istemek için Beyaz Saray’daki Oval Ofis’i aşındırıyorlardı. Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi İngiliz ve Fransızları da son derece rahatsız etti ve bunlar 1956 yılında Mısır’a karşı savaş açtılar.  Amerika ise İslam dünyasını tam anlamıyla kaybetmemek için müttefiklerini desteklemedi. O dönemde Suudi tipi “İslamcılık” kendisini ABD tarafından ihanete uğramış hissetti. 

Olaylar Amerikan yanlısı bir İslamcılığın eşyanın tabiatına aykırı olduğunu kanıtlıyordu. Bu konuya devam edeceğim. 

Kayahan Uygur Diğer Yazıları

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanan aydınlatma metnimizi okumak için buraya, mevzuata uygun çerez politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya, gizlilik politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
closeX