Yayın Tarihi:
01 Eylül 2020 Salı 08:00:00
Yalnızlık, bu dünyanın en eski asaletidir!
Hangi televizyon kanalını açsanız, muhtemelen en fazla duyacağınız söz, “yalnızlık”..!
Hele hele bugünlerde özellikle de Türkiye’deki muhalefetin ağzından düşmeyen söz, “yalnızlık “..!
“Türkiye dünyada yalnız kaldı” dan tutunuz da “ Türkiye, bölgesinde yapayalnız” sözleri, adeta muhalefetin sloganı haline gelmiş durumda!
Tamam muhalefet, “yalnızlık” sözünü ağzına sakız etti, ya iktidar ne yapıyor?
Adeta, yalnız olmadığını ispat gayreti içerisinde çırpınıp duruyor!
Bu, “yalnızlık” denen hali genelde iki tür insan yaşar, birincisi ya tüm ahali yanlıştadır bir tek kişi doğruyu görmüştür ve o gördüğü doğrunun arkasında durur ya da ahali doğru üzeredir de bir tek kişi yanlışta ısrar eder ve o ısrarının neticesinde de yapayalnız kalır!
Gerçek şu ki, her ne şekilde olursa olsun yalnızlıkta bir terk ediliş vardır!
Ondandır ki, en çok şarkı, türkü, tiyatro oyunu, sinema filmi yalnızlık temalı olmuş ve de yalnızlık sanatın en bereketli sermayesi olmuştur!
Muhalefete de iktidara da sormak isterim, Türk ne zaman yalnız olmamıştır ki?
Hele hele Anadolu coğrafyasını şehirlerle tapulayıp, mabetlerle mühürlediği günden bu yana ne zaman yapayalnız değildi ki?
Moğol istilasında yalnız değil miydi?
Çok mu uzağa gittim?
Peki, Milli Mücadele‘de çok mu dostumuz, sırdaşımız vardı?
Rusya’mı dediniz?
Ekim Devrimi olmayaydı görürdüm, o Rusları!
Kaldı ki, ağızlara sakız edilen sözde Rus yardımı da bizim Hindistan’daki kardeşlerimizin topladığı altınlardı!
Geçenlerde Tvnet kanalının sosyal paylaşımında, Pakistan İstanbul Konsolosunun bir röportajını seyrettim. Pakistan İstanbul Konsolosu, ninesinin kulağındaki kesiğin hikayesini anlatıyordu.
“Yedi sekiz yaşlarındaydım, ninemin kucağında oturuyordum, kulağında dikilmemiş bir kesiğin olduğunu görünce, ne olduğunu sordum. Ninem, ‘Gençliğimde Türkiye ile dünyanın geri kalan ülkeleri arasında bir savaş olmuştu! O zamanlar Hilafeti Osmaniye dediğimiz Osmanlı İmparatorluğu’nun başı dertteydi. Bizler de Türk kardeşlerimizi destekliyorduk, kardeşlerimizin silah, cephane, para kısacası her şeye ihtiyacı olduğu söylendi. Biz çok zengin olmadığımız için de verecek hiçbir şeyimiz yoktu! Bir çift altın küpem vardı. Bazen Osmanlı sloganları atan bir grup, yardım toplamak için sokağımızdan geçerdi. Beyaz çarşafları sererler insanlar da ne varsa beyaz çarşafın üstüne atarlardı. Yine bir gün geçerlerken, ben de küpelerimi vermek için çıkarmak istedim, fakat dört beş yıldır kulağımdan çıkarmadığım için küpeler kulağıma yapışmış, ben de küpeleri çekip, beyaz çarşafın üstüne koydum! O yırtık ondandır’ demişti. Nineme neden böyle bir şey yaptığını sorduğumda, ‘Büyüdüğünde İslam’ın ve kardeşliğin ne demek olduğunu daha iyi anlarsın’ demişti. Bunu neden yaptığını anlamamıştım, ta ki, Türkiye’ye gelinceye kadar! Ben Türkiye’ye geldikten yaklaşık iki sene sonra Pakistan’da büyük bir sel felaketi olmuştu! Pakistan harap olmuş insanlar yiyecek ve ilaç bulamıyordu, Türkiye bize yardımda en öndeydi, lakin beni en çok etkileyen ise konsolosluğuma gelen yetmişli yaşlarda bir adam olmuştu. Bağışta bulunmak istiyordu. Doğrudan bağış almadığımızı bankaya gitmesi gerektiğini söyledim! Ne iş yaptığını sordum, emekli öğretmen olduğunu söyledi! Bağışladığı paranın birikimi olup olmadığını sordum, ‘Hayır bu ayki maaşım, maaşımı çekince bütün komşularımla konuştum! Bana bir ay bakabilir misiniz, bana her gün ekmek verebilir misiniz dediğimde veririz dediler, ben de maaşımı size getirdim” dedi. İşte ninemin ne dediğini o zaman anladım!...” diyor!
Nietzsche ‘nin, “Yalnızlık, bu dünyanın en eski asaletidir. “ sözü geldi aklıma..!
Evet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünyada da bölgede de yalnız, hem de yapayalnız!
Muhalefetin anlamadığı, bu yalnızlığın asaleti!
İktidarın göremediği şey ise, bu asilliğin kendisine ne kadar çok yakıştığının farkında olmaması!