Ahmet Yenilmez


Yayın Tarihi:

05 Mart 2023 Pazar 07:00:00

Kazanmak mı?

Hepimiz hayatta, "kazanmak'' üzere programlanmışızdır. Sperm ana rahmine düştüğünde, öyle bir yarışa girer ki, o yarışı kazanan dünyaya gözlerini açar. "Ben bu hayata kaybeden olarak gelmişim'' cümlesini kuranlar dahi hayata başlarken, aslında bir kazançla başlar. Bu kazanç belki de yeryüzünün en büyük kazanımıdır. Hayat dediğimiz büyük anlamların anlamsızlığında, ilk kazanç budur. Sonra kazançları çoğaltmak zorunda kaldığımız bir maraton başlar. Aile sevgisini kazanmak, okul kazanmak, iş hakkı kazanmak, sevdiğin kadını veya erkeği kazanmak ve daha alt düzeylerde olan kazançlar olarak devam eder gider. Hayat iyisiyle kötüsüyle, tökezlemesiyle, son 100 metrede yapılan ataklarıyla tam bir maratondur. Bu maraton da kendimizi ölecek gibi hissettiğimiz acılar ya da dünyanın en mutlusu hissettiğimiz anların toplamıdır. Doğanın kanunu da süreci, sonsuza kadar hiç sürdürmez. Ne her güne mutlu başlarız ne de kötü başlarız. Şu kısacık ömrümüzde ne oluyorsa, insan için olduğu düsturunu edinmişimdir. Tabii ki, hayat güllük gülistanlık devam edemez. Klasik bir cümle kuracağım, lakin ne kadar klasik olursa olsun, acılar, insanı geliştiren ve büyüten, derisinin kalınlaşmasını sağlayan olgudur. Peki, tüm bunlar böyle iken, başarı yolunda her şey mübah mıdır? Tarih bizlere, kazanma yolunda her şeyi mübah gören sayısız örnek göstermiştir. Peki, o kazananlar gerçekten kazanmışlar mıdır? Burada felsefik bir tartışma açma niyetinde değilim, lakin her zaman çok merak ettiğim, "... her şey mübahtır'' cümlesi hakikat midir? Hayatım boyunca bir şeyleri kazanmak ve başarmak için, dişimi tırnağıma takıp çalıştım. Öylesine bir enerjiyle çalıştım ki, insanların benim tempom karşısında şaşırdıklarına şahit oldum. Amma velakin, bu yolda, kazanmam için her şey mübah anlayışını, bir gün bile aklıma getirmedim. Hepimiz bu yaşam sarmalında çeşitli kararlar verip, bedellerini de öderiz. O bedelleri ödemekten kaçanlar da olmuştur. İnsanoğlu, kendi değer dünyasında inandıklarının sonucu olarak karşılaşacağı tüm bedeller karşısında dimdik durmalı ve ona göre yaşam yolunu belirlemeli. Bu ilkeleri düstur edinen kişi, belki istediklerini başaramaz belki istediği konumda da olamaz, lakin bu hayattan göçmeye yakın iken, o gönül rahatlığını hisseder ve bana göre bir insan için bundan daha büyük bir ödül olamaz. Peki, yukarıda yazdığım gibi, kazanırken her şeyin mübah olduğu bir düşünce kalıbında olunduğunda neler olabilir? Herkesin hayatında bu düşünce yapısında olan karakterler olmuştur. Dışarıdan çok mutlu veya umursuz olarak da gözükür çoğu, ama başlar yastıklara konunca, kimse kimsenin zihninden geçen pişmanlıklarını bilemez. Bu tür kişilerin en büyük özellikleri dışarıdan gamsız, acımasız gözükmeleridir. Lakin, yaktığı canların hepsi sırtında bir yük olarak, hayat boyunca peşini bırakmaz. Tarih bizlere bir çok şey gösterirken, bu örneği de defalarca göstermiştir. Nemrutlar rahat bir ölüm yaşamamıştır. Çoğu yazımda belirtirim, dünya pembe gözlükler ardından çözümlenemez, hayat acımasız, eşitsiz, üzücü bir olgu. Önemli olan bu olguyu, ne kadar delikanlıca yaşadığımızdır. Herkes bu kısa hayatı yaşarken kendisine, ailesine, çevresine refah içerisinde bir hayat sunmak ister. Şeytan ise bu yolculukta, vesveseleriyle sürekli kulağımıza fısıldar ve kötülük de her zaman var olagelir. Sağduyumuza mı yaslanacağız, yoksa...? Son nefesi verirken hangisini tercih edersek, yüzümüzde küçük bir tebessüm olacaktır...?

Bu yazıyı yazmama sebep olan görseli de bırakıyorum buraya...

Sizce kazanmış mı?