Yayın Tarihi:
10 Şubat 2022 Perşembe 07:55:00
Değmez mi?
Aile toplumun en önemli parçası olmakla birlikte, insanoğlunun yalnızlığa mahkûm olmasını engelleyen en büyük etmendir. İstisnalar dışında kişinin başı sıkıştığında, canı yandığında veya yaslanacak bir omuz aradığında, ilk aklına gelen ailesinin herhangi bir üyesidir. Bunlar bizim doğru kabullerimizdi.
Bugün sanki bir şeyler değişti. Aile mefhumu, tarihte hiç olmadığı kadar arka plana itilir oldu. İnsanlar dayanağı ailenin dışında aramaya itildi. Eskiden bir laf vardı; ailemden işte, atsan atılmaz satsan satılmaz. Olumsuz bir cümle gibi görünse de bu aslında ne olursa olsun, kopmayacak bağın bir göstergesiydi.
Değişen nedir, diye dönüp baktığımızda, yeni nesilde annesi babası boşanmış ve ebeveynlerinden en azından birinin, artık yaşadığı evin dışında olmasına alışan çocuklar yetiştiğini görürüz. Bu çocukların ortak özellikleri, psikolojik açıdan hep bir yanlarının büyük bir boşlukla dolu olmasıydı. Çünkü, anne de baba da ayrı ayrı çocuğu hayata hazırlama açısından farkında olmasalar bile, büyük etkiye sahipti. Birinden birinin hane dışında oluşu, çocuğun yetişirken alacağı eğitimin yarısının eksik kalması demekti. Bir arada asla olmaması gereken, ebeveynliği haketmeyen istisnai çiftleri bu konunun dışında tutuyorum.
İstisnalar kaideyi bozmaz diyerek, konumuza devam edelim, bu çocuklar gerek arkadaşlık ilişkilerinde gerekse kadın erkek ilişkilerinde, aile ortamında büyüyenlere göre çok daha zorlandı. Kimisi kendi ailesinde eksik kalan tarafı tamamlaması için, eşinden beklentiye girdi. Fakat eş, ne annedir ne de baba, beklediğini veremezdi. Nitekim aradığı şeyi bulamayan kişi bu sefer karşısındaki kişiyi suçlar hale geldi. Sonuç, sağlıksız bireyler, sağlıksız toplum...
Evet, bu kendi kendine olmadı. Son elli altmış yıldır, tarihin hiçbir döneminde olmayan saldırıyı yaşadı, aile müessesi. Bunun çeşitli sebepleri vardı. Kimisi korkak ve psikolojik açıdan çökük, ailesine bile güveni olmayan bireylerin, daha kolay yönetilebilmesi için bunun yapıldığını söyledi. Kimisi doymak bilmez emperyal zenginlerin, bireyi daha kolay avlayıp, ye, iç, tüket, öl politikasına çekebilmek için kolay av haline getirilmesi adına, dedi. Sebebi ne olursa olsun, başarı elde edildi.
Ha, bunun tek suçlusu karşı taraf mıydı? Tabi ki hayır. Bir toplum neyi hakkediyorsa onunla idare edilir düsturu, burada da geçerli. Hepimiz gömüldük dijital dünyaya, iş yerinden evine dönenin, üstünü başını çıkardığında ilk işi kapalıysa televizyonu açmak oldu. Bakalım bu gün ajansta neler var, diyen babalar, televizyonu açtığında belki gözünün içine bakan eşini ve çocuğunu görüş menzilinin direk dışına atmış oldu. E, onu gören aile bireyleri, baba için bizden de önemli olan televizyonmuş, dedi. Onlarda soluğu baba yokken, o televizyona sarılmakta buldu.
Bu günlerde, artık bu işe elimizdeki akıllı telefonlar bakar oldu. Çalışan anneler de eve geldiklerinde sosyal medyadan kopuk kaldım diyerek, telefona sarılır oldu ya da dizisinin kaçırdığı bölümünü izlemek için kendine ayıracağı zamanda, verdi çocuğun eline tableti. Aynı anne ve baba, çocuk abuk subuk bir yere girmişse azarlamayı da eksik etmedi. Bu sadece çocuğa karşı değil, çiftlerin birbirlerine de yaptığı bir zulümdü. Birbiriyle iletişim kurmayan çiftler ellerindeki telefonlarda gördükleri veya dizilerde gördükleri sahte ilişkileri arar oldu. İşin komik tarafı, o kadar gömüldüler ki o dünyaya, o sahte ilişkilerin hayatlarında gerçekleşme ihtimaline bile izin vermediler. Velhasıl, evet birileri bizleri buraya yönlendirdi, biz de dünden razıymışız ki, anında entegre olduk. Aileler parçalandı yalnız bireyler ortaya çıktı. Neticede, birileri emellerine ulaştı.
Dönülemez bir yerde miyiz? Değiliz elbette! Bunun aslında çok basit bir çözümü var, kimsenin cesaret edip yapabileceğini düşünmesem de yine de bize düşeni yerine getirelim. İlk ve en önemli yapılacak şey, baş köşedeki o en büyük putumuz olan ve evlerin olmazsa olmazı haline gelen boy boy televizyonları kaldırmak olmalı. Kaldırıp atmak veya satmak, tam anlamıyla yeterli olmayacak, ama bu cesareti gösteren insan, devamını getirebilecek gücü de kendinde bulacaktır. İkinci yapılması gereken ise, eve bir kural getirmek olmalı ve akşam belli bir saatten sonra (mesela 19:00) telefonlar belirlenen bir yere koyulacak ve çalmadığı sürece kimse telefonu eline almayacak. Bakın bakalım, hayatınız nasıl değişiyor. İşte o zaman eşiniz de gereken ilgiyi görecek çocuğunuz da... Bu ufacık iki adım belki de toplumda kaybolmuş olan aile mefhumunu geri getirecek. Bir süre sonra, zaten herkes sıkılıp muhabbet edecek, konu açmaya başlayacak. Günün nasıl geçti sorularının cevapları kısa ve geçiştirici değil, uzun ve detaylı cevaplara dönüşecek. Ailenin bireyleri problemlerini, sosyal medyaya yazıp cevap aramaktan ziyade, ailesine açıp onlardan cevap bulacak.
Bu iki adımı atmak gerçekten kolay değil, çünkü televizyon da sosyal medya da oksijen gibi su gibi oldu, insanlar için. Fakat öte yanda, kılına zarar gelse dünyayı yakarım, dediğimiz çocuklarımız ailemiz var. Çocuklarımızın, ailemizin bırakın kılına zarar gelmesini, dünyaları kararıyor, aile müessesemiz çöküyor. Vebali bizim boynumuzda. Dünyayı da yakmamıza gerek yok, bu iki hareketi başarabilsek, birilerinin planlarına çomağın büyüğünü sokmuş olacağız. Bu arada bunu zaten uygulayan insanları tenzih ve tebrik ediyorum. Kalın sağlıcakla.