0530 708 54 54
0530 708 54 54

YAZARLAR

AB neden böyle yapıyor? 

AB’nin kendine göre bir vizyonu var ve onun gereğini yapıyor. AB’nin politikaları maalesef Ankara’dan belirlenmiyor, kendi kurumları var. Zaten Fransızlar'ın dediği gibi, “Papa’dan daha fazla Katolik olmak” mümkün olmadığı gibi, AB çıkarlarını AB’den daha iyi değerlendirebilmek de olanaksız. Bu bakımdan AB’nin bizim tarafımızdan olumlu karşılanmayan politikalarını “akılsızlık” olarak niteleyip geçmemek, bunun nedenlerini anlamaya çalışmak gerekir kanısındayım. 

Şımarttık 

AB ve özellikle Almanya yıllardan beri Türkiye’yi arka bahçesi olarak görme iddiasındadır. AB’ye karşı 1963’ten beri izlediğimiz dış politika son yıllara kadar bu tavrı destekler mahiyettedir. Türkiye’nin son dönemdeki dik duruşu ise AB makamlarında şımarıkça bir tepki yaratmıştır. Alışık oldukları uyumlu tavrı bulamayan Avrupalılar işi 15 Temmuz darbesinin yanında yer almaya kadar götürmüşlerdir. İslam dünyasında Mısır darbesini destekleyerek kötü bir şöhret sahibi olan AB, FETÖ darbesinin yanında yer alarak itibarını sıfırlamıştır. Ama bundan asla rahatsız değildir, bu yolda devam edecektir ve bunun özel nedenleri bulunmaktadır. 

Türkiye’nin o zamanki adı Ortak Pazar olan AB ile 1960’larda kurduğu ilişkide şu denklem hemen göze çarpmaktaydı. İki aday ülke vardı. Türkiye ve Yunanistan Batı’nın gözüne girmek için birbirleriyle yarışmaktaydı. AB bu iki ülke arasındaki jeopolitik kavgadan her ikisini de hamur gibi yoğurup biçimlendirmek için yararlanmaktaydı. 

Sözde mükâfat 

Kıbrıs konusunda Batı ile anlaşmazlığa düşen rahmetli Menderes, iktidarının son dönemlerinde Rusya’ya yaklaşmış ve bunun bedelini 27 Mayıs’la ödemişti. 1960 Darbesini başlatan “NATO’ya bağlıyız” anonslarını hatırlayalım. Batı, Türkiye’ye sözde mükâfat olarak iki tavır aldı, bunlardan biri bugün 53’üncü yılını dolduran AB sürecini başlatmak, diğeri de ekonomik sıkıntıya kölelik katkısı olarak Almanya’ya işçi transferiydi. Zamanın İnönü hükümeti bu şekere bulanmış mermilere aldandı ve 1964’de Kıbrıs’taki Batı destekli Yunan zulmüne bile boyun eğdi. Bu dönem 1974’deki Kıbrıs müdahalesine kadar sürdü. 

Türkiye’de 1974-1980 arası dönem Batı’nın, sol-sağ ve mezhep savaşlarıyla iç politikamızı yönlendirdiği yıllar olmuştur. Kıbrıs konusunda Batı’ya direnen Türkiye’ye karşı askeri ve mali bir ambargo uygulanmış ve ülke ekonomisi çökertilmiştir. ABD ve AB’nin kendi aralarında görev bölüşümü yaparak birinin sağ, diğerinin sol kesimi savunur göründüğü bu yıllarda ülkemiz binlerce kayıp vermiş, sonunda bir askeri darbeyle Batı’ya daha da sıkı bağlanmıştır. 

Federasyon şantajı 

12 Eylül sonrasında Yunanistan’la yakınlaşarak NATO’ya iyice yaklaşan ve ekonomik bakımdan küresel kapitalizmin bir uzantısı haline gelen Türkiye Batı’nın ciddi bir şantajıyla karşılaşmıştır. Ülkemiz 1990’lara doğru PKK ile anlaşmaya, hatta PKK terörünü bir anlamda desteklemeye zorlanmış, bunun karşılığında kendisine ekonomik avantajlar ve Irak’ta nüfuz vaat edilmiştir. 

“AB’nin yolunun Diyarbakır’dan geçtiği” iddiasındaki politikacılar bu sözleriyle AB ile birlikte ülkemiz üzerinde ne türlü bölücü planlar içinde bulunduklarını itiraf etmiş oluyorlardı. AB, Türkiye’yi içine almak için küçülmesini şart koşuyordu. Türkiye’nin ekonomisi gelişmiş Batı bölgeleri Avrupa’yla bütünleşecek, Doğu ve Güneydoğu ise çöllere sürülecekti. 

Kamuoyunun tepkisi nedeniyle gerçekleştirilemeyen bölünme senaryoları devlet içindeki Batı yanlısı paralel yapılanmanın organize kışkırtmalarıyla ve medyanın teröre verdiği destekle AK Parti dönemine kadar sürdürüldü. Kısaca dış senaryoları engelleme ve içerde bir çözüm arama şeklinde özetlenebilecek olan barış süreci de Ortadoğu’da şımartılan PKK tarafından çökertilince ortaya 2014 yılında yeni bir denklem çıktı: Türkiye Ortadoğu’da PKK’nın Suriye kolu PYD ile ittifaka zorlandı, Ukrayna konusunda da Rusya ile çatışmaya sürüklenmek istendi. 

Batı’ya FETÖ’yü anlatma abukluğu 

Ülkemizin yıkımı anlamına gelecek olan bu iki zorlamaya boyun eğmeyen Türkiye’ye karşı FETÖ eliyle darbe düzenlendi. Amaç Batı politikalarına karşı direnişin başı olan Cumhurbaşkanımızı etkisiz hale getirmekti. 15 Temmuz darbesinden sonra sessizliğe bürünen ve daha sonra darbecilere karşı girişilen tutuklama ve tasfiyeleri eleştirmeye başlayan AB’nin bu tutumu bir yanılgıdan kaynaklanmıyordu, bilinçli bir tercihti. Ortada vizyonsuzluk falan değil şeytani bir vizyon vardı. Hele Batı’ya FETÖ’yü anlatmaya çalışmak tereciye tere satmaktan farksızdı, çünkü terör örgütünün patenti de, ipleri de zaten onun elindeydi. 

AB’nin Türkiye aleyhtarı politikalarının zirve yaptığı bir dönemde ABD’de küreselciler iktidarlarını kaybetti. Trump’ın içe kapanmacı çizgisiyle gücünü oldukça yitirecek olan ve kendisi de dağılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan AB şu anda aceleyle son kozlarını oynuyor. 20 Ocak’ta Trump Başkanlığı devralmadan önce mümkün olduğu kadar mevzi kazanmaya uğraşıyorlar. Çünkü yakın bir dönemde Türkiye’yle ve Rusya gibi anlaşmazlık içinde bulundukları ülkelerle ilgili politikalarını değiştirmeye mecbur olacaklar, ya da yıkılıp gidecekler. 

Ne yapmalı? 

Tüm bu nedenlerle AB’ye karşı dik durmamız, tavizsiz olmamız, bizim onlara muhtaç olduğumuz, AB’nin yerel ve Avrupa merkezci değerlerini paylaştığımız gibi bir imaj vermememiz gerekiyor. Ülkelerin küreselci tarifelere uymak zorunda oldukları dönem geride kalmıştır, farkında olmalıyız.  

Kayahan Uygur Diğer Yazıları

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanan aydınlatma metnimizi okumak için buraya, mevzuata uygun çerez politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya, gizlilik politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
closeX