0530 708 54 54
0530 708 54 54

YAZARLAR

30 Ağustos'tan 15 Temmuz'a

30 Ağustos 1922, Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir devlet olarak siyasal bağımsızlığını dosta düşmana ilan ettiği tarihtir. Tam bağımsızlık, o dönemde kullanılan deyimle “istiklâl-i tam” üç temelden oluşur: Ekonomik bağımsızlık, kültürel bağımsızlık ve siyasal bağımsızlık. Bir ülkenin egemen bir güç olarak dünya sahnesinde yerini alması “egemenlik milletindir” şeklinde ifade edilen ilkenin genel ve doğal bir yansıması olmaktadır. Bir millet, yaşadığı ülkede elde ettiği egemenliği, küresel alanda kullanarak kendi varlığını yürürlüğe koymaktadır. 

1946 Dönüm noktası 

1922’den 1946’ya dek bu temel egemenlik alanlarından ilk ikisi ve özellikle kültürel bağımsızlık alanında gerilemeler yaşansa da Türkiye siyaseten en azından nispeten bağımsız bir ülkeydi. Milli irade ülke içine yönetime yansımasa da, ülke yönetimi herhangi bir yabancı güce bağlı olmadan dış politikayı sürdürebilmekteydi. Bunun nedeni Cumhuriyet’in dik duruşu yanında, dünyada birbiriyle çatışan güçlere karşı isabetli politikalar izlenmiş olmasıydı. 

Tarihi ayrıntıları tarihçilere bırakarak devam edecek olursak Türkiye’nin 1946’dan itibaren küresel plandaki devlet egemenliğinden, yani siyasal bağımsızlığından taviz verdiği açıkça görülmektedir. Önce ABD ile ilişkiler, arkasından NATO üyeliği, AB adaylık süreci, stratejik müttefik olma konumu ve Batı dünyasıyla gelişen ilişkiler Türkiye’nin egemenlik haklarını sınırlamıştır. Türkiye son 70 yılda maalesef siyaseten tam bağımsız bir ülke olmamıştır. 

Yarı bağımlılık 

Türkiye uluslararası anlaşmalarla egemenlik haklarını devrederken kendi devlet yapısı içine küresel güçlerin sızmasını da engelleyememiştir. Eğitim programları, geleceğin liderleri projeleri gibi binlerce görünür ve görünmez bağ harekete geçirilmiş Türkiye devleti içinde elemanlar yerleştirilmiştir. Türk subayları ABD ve NATO okullarında Amerikan değerleri doğrultusunda eğitilmiştir. Örneğin, 1950’li yıllarda istihbarat elemanlarının maaşlarının bile CIA tarafından ödendiği bilinmelidir. Üstelik her darbede Türkiye’deki ABD egemenliği daha da pekiştirilmiştir. Batıcı eğitimin 60 ve 70’lerde yaygınlaşmasıyla ülkenin kültürel bağımsızlığı, 12 Eylül rejimiyle de ekonomik bağımsızlık geniş ölçüde ortadan kaldırılmıştır. 

Burada şu noktaya özellikle dikkat çekmek gerekir. Küresel güçler soğuk savaş koşulları içinde Türkiye’de ABD yanlısı çarpık bir “sözde İslamcı” anlayışı geliştirmeyi başarmışlardır. Bu “İslamcı Lawrence” anlayışına göre, siyasal bağımsızlık hiç önemli değildir, ekonomide de karşılıklı bağımlılık ön plana alınmalıdır. Ulus devlet çatısı, tek millet ve tek devlet ilkeleri yanlıştır. Bunun yerine sadece kültürel bağımsızlık dikkate alınmalı, derhal eski geleneklere ve yaşam tarzına dönülmelidir. Halktaki bir takım tepkileri yansıtan bu anlayışa göre, bu kültürel hedefe ulaşmak için gerekirse “demokrasi” adına Batı ile işbirliği yapılmalıdır. Hatta “ümmet” ortaya çıkıp güçlenene kadar ABD ile birlikte çalışılmalıdır. 

“İslamcı Lawrenceler” 

Elbette bu düşünce tarzı kaynağını ABD tarafından kurulup, finanse edilmiş olan ve yöneticileri arasında F. Gülen de bulunan Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden almaktadır. Ancak, benzer görüşlerin “Avrupa materyalizmi” ve “Komünist Rusya’ya” karşı Hristiyanlıkla ve özel olarak İngiltere’yle işbirliğini vaaz eden bazı  “İslam âlimleri” tarafından da savunulduğunu bilelim. İşte bu tür düşünceler, ulus devlet düşmanı küreselci liberallerin de desteğiyle FETÖ yapılanmasını beslemiştir. Bu ittifakın izdüşümü ordu içine sızmış olan terörist cuntanın yapısında da görülmektedir. 15 Temmuz darbe ve iç işgal girişimini yapanlar sadece FETÖ’cüler değildir. Onlara katılan ve kritik noktalarda yardımcı olan doğrudan ABD bağlantılı liberal-Amerikancı unsurlar da vardır. 

İşte bu güçlerin 15 Temmuz’da giriştikleri alçakça kalkışma ülkemizin son siyasal bağımsızlık kalıntılarını da ortadan kaldırmak ve Türk milletine nihai boyunduruğu vurmak içindi. Ancak iş tersine dönmüş, halkın tarihsel direnişi sonucu küresel gücün elemanları devletten büyük ölçüde temizlenmiştir. Bu açıdan 15 Temmuz, 30 Ağustos’ta kazanılıp sonradan yitirilen siyasal bağımsızlığı yeniden kazanma yolunda dev bir adım attığımız gündür. 

Bağımsızlık bir bütündür 

Ancak, başta da söylediğimiz gibi, ekonomik, kültürel ve siyasal bağımsızlık bir bütündür. Kendi modelimizi oluşturup Batı ekonomik şebekesinden çıkamazsak, kendi değerlerimize sahip çıkıp günümüz şartlarında yeniden inşa edemezsek siyasal bağımsızlık da geçici olur ve şekilsel kalır.  

Konuyu felsefedeki üçlü yaklaşım gibi ele aldığımızda ekonomi bir milletin bağımsızlığında etkinlik ölçüsüdür. Kültür estetik ölçüt, siyasi bağımsızlık ise meşruiyetin ta kendisidir. Bunlardan birinin eksikliği diğerlerine de büyük zarar verir ve er geç yozlaşma yaratır. Bağımsız devleti olmayan, bağımsız ekonomisi olmayan bir millet ayakta kalamaz. Yine milli ve yerli bir yapı çerçevesinde olmayan bir İslam anlayışı emperyal güçlere hizmet etmekten başka bir şeye yaramaz. FETÖ deneyi de, Ortadoğu’da yıllardan beri yaşanan diğer deneyler de bunu kanıtlamıştır. Kendi devletlerine karşı İngiltere’ye veya ABD’ye dayanarak mücadele edebileceklerini sananlar eninde sonunda sapkın azınlık cemaatlerine dönüşmüşlerdir. 30 Ağustos’tan 15 Temmuz’a ulaştıktan sonra bunu akıldan çıkarmamalıyız.  

Kayahan Uygur Diğer Yazıları

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanan aydınlatma metnimizi okumak için buraya, mevzuata uygun çerez politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya, gizlilik politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
closeX