0530 708 54 54
0530 708 54 54
12 Ağustos 2022 Cuma 13:00:00 - Güncelleme:12 Ağustos 2022 Cuma 13:00:00

Kendi mutfağına yabancı şef!

Otuz sekiz yılını Türk mutfağına veren ünlü aşçı Mehmet Yalçınkaya çıldırmasın da ne yapsın!

Karşısında üç şef aday adayı var; onca yarışmacının arasından sıyrılıp 'Masterchef'lik imtihanına gelmişler.

Kendilerinden yapılması istenen yemek, esnaf lokantalarının vazgeçilmezi olan, Türk mutfağının önemli lezzetlerinden islim kebabı...

Yarışmacının bir sorusu var: 'Eti patlıcanların içine mi dolduracağız, yoksa kesip arasına mı saracağız?'

Bu şef adayı Türk mutfağının, bu çok bilinen, kebabını hiç mi görmedi, yemedi?

Patlıcanları çiğ vaziyette etin etrafına saran da var, tencere yemeği olan islim kebabını tavada pişirmeye kalkan da...

Hani şair demiş ya:

Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler

Ol mâhiler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler

(Cihânı süsleyen, bezeyen (ve onu var eden Yaratıcı,) cihânın içindedir. Herkes onu

aramayı bilmez.

Nitekim denizdeki balıklar da denizin ne olduğundan haberdâr değildir.)

Dünyanın en büyük üç mutfağından bir olan Türk mutfağını bilmeyen şef adaylarının durumu da derya içinde olup deryadan bihaber yaşayan balık misali...

Oysa aynı kişiler bir İtalyan mutfağına, bir Fransız mutfağına hayranlıkla bakıyorlar, yabancı mutfakları bilmenin daha havalı olduğuna inanıyorlar.

Aslında bu örnek 'kendini küçük ve hor görmeye ayarlı' batılılaşma maceramıza benziyor.

Kök boya, tezgah dokuması, el emeği göz nuru halısını eskiciye verip yerine makine halısı seren kasabalı gibi, kendimize ait ne varsa müzeye kaldırıp batıyı hayranlıkla izlemek...

Tarihçi İlber Ortaylı bir söyleşimizde demişti; 'Kendi tarihine turist gözüyle bakan bir kimse gerçek aydın olamaz. Bu yüzden Türk aydını öncelikle kendi tarihini bilmek zorundadır.'

Şef Yalçınkaya da bunun mutfakla alakalı tarafını dile getiriyor: Kendi mutfağını bilmeyen, yabancı mutfakları da layıkıyla öğrenemez!

İşin vahimi, 'öğreticiler kuşağı' da bir bir aramızdan ayrılıyor.

Anadolu'da torunların bilmediği, yalnızca ninelerin aklında kalmış türküler, maniler, masallar vadesi dolanlarla birlikte, bir sonraki kuşağa aktarılamadan, göçüp gidiyor.

Ninesiyle, dedesiyle büyüyen torunların olduğu hanelerin sayısı azalıyor.

Oysa dedenin, ninenin elinden tutmuş bir torun gördüğümüzde, mazi ile ati arasında bir köprü kurulduğunu anlamamız gerek.

Apartman dairelerinin metrekaresi küçüldükçe aile küçülüyor, yalnız yaşayanların sayısı artıyor.

Dede ile torun ayrılıyor.

Bakın işte Türk tiyatrosunun duayen sanatçılarından Rauf Hoca da (Altıntak) rahmete kavuştu önceki gün.

Geleneksel Türk tiyatrosu 'Ustalık ve Uzmanlık Belgesi' sahibi ödüllü bir oyuncu ve yönetmendi.

Muhsin Ertuğrulların, Vasfi Rıza Zobuların rahle-i tedrisinden geçmiş, kıdemli bir ustaydı.

Küçük yaşta başladığı Karagöz kuklaları yapma serüveni, onu ileride aşkla bağlanacağı tiyatronun kapısına kadar getirecek bir özellikti.

Altıntak, klasik batı tiyatrosunun yanı sıra kendisine rehber olarak seçtiği Zobu'dan Türk üslubu, oyunculuk tarihi, Türk temaşa sanatları, eski İstanbul yaşayışı, giyim-kuşam biçimi, Karagöz yapım ve oynatımı dersleri talim etmişti.

Eskiyi de yeniyi de bilirdi.

1963'ten beri tiyatronun en göbeğindeydi.

Umarım, İstanbul Şehir Tiyatrosu'ndaki gençler ustalarının değerini bilmişlerdir.

Yoksa mutfakta da, sahnede de, medeniyet yarışında da balıklarınki gibi bir maceramızın olması muhtemeldir.

Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler

Ol mâhiler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler

BEDİR ACAR

Etiketler : türk mutfağı mehmet yalçınkaya bedir acar
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanan aydınlatma metnimizi okumak için buraya, mevzuata uygun çerez politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya, gizlilik politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
closeX