0530 708 54 54
0530 708 54 54

YAZARLAR

İstanbul, Lübnan olur mu? 

1950-60’lı yıllarda önemli miktarda altın Türkiye’ye Suriye’den kaçak yollarla girerdi. Altın, Kilis’ten İstanbul’a kemerlerde taşınırdı. O yıllarda mali polis, eşgalini tanımadığı adamı Kapalıçarşı’da dolaştırmazdı. Bu nedenle Kapalıçarşı’ya herkes giremez, altınlar alıcılara dışarıda teslim edilirdi. Kapalıçarşı esnafı da 'yeni' herkesi kolay kolay kabul etmezdi, güçlü olduğunu bilmeleri ve korkmaları lazımdı. 

“Hastanelere yakıt alacak döviz yok” dendiği yıllarda, bazı çevreler, döviz işi yapardı. Sirkeci Postanesi’ne gidip, İngiltere’den, İsviçre’den telgrafla gelen döviz fiyatları alınır, sabahın 7’sinde fiyat oluşturulurdu. Her dövizcinin bir şifresi vardı. Kiminin pamuk, kiminin üzüm, kimininki ketendi. Telgrafta, doların fiyatı, “ketenin fiyatı” diye yazardı. Ülkenin 70 cente muhtaç olduğu günlerde, Çarşı’nın döviz cirosu 500 milyon dolar, hemen yanı başımızdaki Lübnan’da dönen para ise birkaç yüz milyar dolardı. 

O günlerden bu günlere, şu soru hep tartışılmıştır: İstanbul, Orta Doğu’da, Beyrut’un boşalttığı uluslararası ticaret ve finans merkezi boşluğunu doldurabilir mi? Bu, mümkün mü? 
Bir dönem dünyanın önde gelen finans merkezlerinden biri olan Lübnan, Hıristiyan desteğini yanına almıştı. Lübnan’da 2 yıl yaşayan bir Hıristiyan vatandaşlık hakkı elde ederken, Müslüman edemezdi. Burada hayal gücüne sığmayan işler yapılırdı. 

Lübnan’da dinsel bütünlük yoktu. Bir yanda nüfusun yüzde 60’ını oluşturan Müslümanlar, öte yandan ise yüzde 40’ını oluşturan Hıristiyanların bulunmasına karşılık, refah düzeyi yüksek olan Hıristiyanlar, ekonomik hayatın bütün etkin noktalarını ele geçirmişlerdi. İkinci sınıf vatandaş muamelesi gören Müslümanların refah düzeyi çok düşüktü. Rejimin çeşitli kademelerdeki organlarında da Hıristiyanlar egemendi. 

Eroin de Lübnan’a akardı 

Türkiye ve İran’dan toplanmış afyon, baz morfin haline getirildikten sonra ya Suriye limanlarından birinden yola çıkartılarak Marsilya’ya gönderilir, ya da Beyrut’a doğru yola çıkartılırdı. Lübnanlı büyük zenginler bu işin içindeydi. Suriye’deki gizli laboratuvarlardan pek çoğu, Türkiye sınırına hayli yakın olan Halep’teydi. Beyrut’un bu alanda bazı ilginç ayrıcalıkları vardı. Açık limandı Beyrut. Burada transit malların gümrük işlerine sokulmaları gerekmiyordu. Üstelik para transferi işlemleri de çok rahatça yapılabiliyordu. Lübnan bankaları da tıpkı İsviçre bankaları gibi, 1964 yılında yürürlüğe giren bir kanun uyarınca, kişisel hesapların gizliliği ilkesini sıkı sıkıya uyguluyorlardı. Bu ise kaçakçılar için çok önemli bir özellikti. Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, Lübnan bankalarında yabancılara ait döviz mevduatındaki yıllık artış, % 9’dan % 69 oranına yükseldi. 

Büyük Körfez sermayesi Lübnan’a gelirken, fuhuş, suç örgütleri ve casuslar da buraya geldi. 1969 yılının Ekim ayı başında, Lübnan Hava Kuvvetleri’ne ait Fransız yapımı bir Mirage uçağını Suriye’ye kaçırmaya hazırlanan iki Rus, askeri polisin baskınına ateşle karşılık verdi. KGB casusu Alexandr Khomiakov, ağır şekilde yaralandı. Aynı günlerde İngiliz diplomatı Anthony Bishop Legatt, Beyrut’ta sokak ortasında kurşun yağmuruna tutularak öldürüldü. O kadar Arap-İslam devleti varken, Yaser Arafat’ın Ürdün’den çıkarılıp Lübnan’a yerleştirilmesiyle, ülkeye Filistin komandoları da akın etti. Komandolar, Lübnan’ı üs olarak kullanıp İsrail hedeflerine saldırdı, İsrail karşılık verdi. Bu ve benzer nedenlerin ve dış faktörlerin de etkisiyle Lübnan’da 250 bin insan öldü, 1 milyondan fazla entelektüel insan ülkeyi terketti. Tüm bunlar zaten planlıydı. 

Batı, Körfez’den Lübnan’a gelen büyük sermayenin İsviçre’ye akmamasından rahatsızdı. Terör hareketleri ve iç savaşla Lübnan finans merkezi özelliğini kaybetti, Arap sermayesi, Batı’ya kaydı. 

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanan aydınlatma metnimizi okumak için buraya, mevzuata uygun çerez politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya, gizlilik politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
closeX