0530 708 54 54
0530 708 54 54

YAZARLAR

Hasat zamanı 

Stratejik bir güç haline nasıl gelinebilir? Geçmişte hangi dönemlerde böyle bir pozisyon, nasıl elde edilmiştir? Yerel terör örgütlerine karşı bir strateji üretemeyenler, başka devletlere karşı bir strateji üretebilir mi? Dünya sistemini bilmeyenler, dünyanın en kritik ve en stratejik noktasında bulunsalar dahi, ayakta kalmaya çalışmaktan başka ne yapabilir? 
Bilimsel, teknolojik, finansal, istihbâri, askeri, dini, etnik vs. alanda “güç” olmayan bir ülke, dünyanın en kritik ve stratejik alanında bulunsa dahi, dünya sisteminde ancak gücü kadar güç elde edebilir. Dünyanın en uzak ve en değersiz coğrafyasında bulunan bir başka ülke ise, gücü var ise, tüm stratejik noktalara tesir eder, hâkim olur ve yönlendirir. Coğrafi konum, tek başına sizi “güç” yapmaz, gücün tamamlayıcılarındandır. 

Osmanlı, döneminin dünya sistemini biliyordu ve son dönemlerinde dahi, dünya sisteminin en önemli aktörlerinden biriydi. Pazarlık gücüne sahipti. Bu hal, Lozan görüşmeleri ve Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar da sürdü. Ancak 1945 sonrasında yeni bir dünya sistemi inşaa edildi ve Türkiye, dünya sisteminin ikinci, üçüncü halkalarına itildi. 1950'lerden sonra, sözde komünist tehlikeye karşı, ordusuna ve jeostratejik pozisyonuna duyulan ihtiyaç sebebiyle dünya sisteminin, telkin ve dikteye açık bir aparatı haline getirildi. 
NATO, bir ABD projesiydi; amacı da güya Avrupa’yı Sovyet işgalinden korumaktı. Gerçek amacı ise Avrupa Birliği’ni, ABD’nin askeri vesayeti altında tutmaktan ibaretti.  
ABD Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu ve Güney Asya Masası’ndan Lee F. Dinsmore, uluslararası bir hileye şöyle dikkat çekiyor: 
“ABD, hedefindeki devletlerin bir arada bulunmalarını sağlamak, onların, kontrol edemediği diğer ittifaklara kaymalarını önlemek, bir başka büyük güce karşı ya da gerektiğinde kullanmak maksadıyla söz konusu devletlerin ve bunların kamuoylarının da gururunu okşayacak ittifaklar kurar. Örneğin Bağdat Paktı, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’ni ve uluslararası komünizmi çevrelemek üzere dünya çapında birbiriyle alakasız ülkeleri bir araya getirmek amacıyla ABD’nin ortaya koyduğu bir dizi yanlış adımdan biriydi.” (Washington Report on Middle East Affairs - Mayıs/Haziran 1991, Sayfa 9) 

Büyük güçler, dostluk ve düşmanlıklarını bir takvime bağlarlar. Bunu, 15-20 yılda bir, menfaatlerine göre revize ederler. Büyük güçler arasındaki mücadeleden doğan denge boşluğunda ya da konjoktürün şartları içinde yaşayanlar ise, kendilerini vazgeçilmez zannetme gibi bir hataya düşerler. Oysa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan dengeler her geçen gün geçerliliğini yitirmekte ve global ölçekli değişmeler gerçekleşmektedir. 
New York Times’ın Türkiye büro şefi (1996-2000) Stephen Kinzer'e göre “Eskiden Türkiye'nin bağımsız bir dış politikası yok gibiydi. NATO'nun parçası olarak Ankara, ittifak ve Amerikalılar ne istediyse onu yaptı.” 

Türkiye bugün bu tabloyu değiştirmek için uğraşıyor, masaya oturmak istiyor. Ancak bilelim ki; bugün yaşananların temeli çok önce atılmıştır, şimdi hasat zamanıdır. 

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanan aydınlatma metnimizi okumak için buraya, mevzuata uygun çerez politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya, gizlilik politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
closeX