0530 708 54 54
0530 708 54 54
13 Kasım 2019 Çarşamba 14:07:00 - Güncelleme:13 Kasım 2019 Çarşamba 14:08:00

Riyad anlaşması ve Suudi Arabistan’ın Yemen dersleri

Riyad’da varılan anlaşmayla Yemen’in yeni bir sürece girdiğine ve bu sürecin birleşik Yemen projesine zarar verebileceğine dikkati çekmek gerekiyor.

Kızıldeniz jeopolitiğinde yabancı askerî kuvvetlerin varlığı artarak devam ederken, beşinci yılına giren Yemen krizi geride ağır bir insanî, toplumsal ve ekonomik kriz bırakmış durumda. Orta Doğu’da devam eden Irak, Cezayir, Suriye ve son olarak Lübnan krizleri şu anda Yemen krizini gölgede bıraksalar da burada hâlâ ciddi bir dram yaşanıyor. Başta BM’nin atmaya çalıştığı adımlar olmak üzere birçok bağımsız diplomatik hamle gerçekleştirilmesine rağmen, krizi sonlandırmayı hedefleyen tüm girişimler başarısız oldu. Ülkedeki karışıklık ve savaş yılda birkaç defa seyir değiştirdi. Husilerle hükümet arasında ya da güneylilerle kuzeyliler arasında bir iktidar mücadelesi olarak başlayan savaş, daha sonra güneyli gruplar arasında bir çatışmaya dönüştü ve ülkenin doğu bölgelerinde yayıldı.

Riyad’da Hadi hükümeti ile Güney Geçiş Konseyi arasında yapılan anlaşma, Suudi Arabistan’ın ciddi tavizler verdiğini gösteriyor.

Riyad anlaşması BAE’nin Yemen’i bölme stratejisi mi?


Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başını çektiği “Arap Koalisyonu’nun” Yemen müdahalesi Husileri durdurduysa da, ülke nüfusunun yüzde 60'ının yaşadığı kuzey bölgeleri hâlâ Husilerin kontrolünde. Suudi Arabistan tüm bu yükü tek başına kaldırabilecek durumda olmadığını görerek Riyad anlaşmasına yöneldi. Ayrıca yapılan bazı açıklamalardan da İran’la diplomatik bir ilişki tesis etme arayışında olduğu anlaşılıyor.

Birlikte hareket ettiği BAE'nin güneyde farklı siyasi grupları güçlendirmesi, Suudi Arabistan’ın büyük bir hatasını ortaya çıkardığı gibi, Körfez’deki ittifakların doğası ve geleceği hakkında da fikir veriyor.

Bu ayın başında Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Hadi hükümeti ile Güney Geçiş Konseyi (GGK) arasında yapılan anlaşma, Suudi Arabistan’ın ciddi tavizler verdiğini gösteriyor. Anlaşma 24 bakanlık teknokratlar hükümetindeki 12 bakanın GGK’ye, 12’sinin ise Hadi hükümetine verilmesini öngörüyor. Kurulacak yeni hükümet güneyli ayrılıkçılarla Hadi yanlıları arasında ideolojik bir bölünme öngörüyor. Böyle bir bölünme ise Husi bölgelerini temsil dışı bıraktığından, Riyad anlaşması BAE’nin istediği ayrı Yemen projesinin bir ön hükümeti ya da Yemen’deki yeni rejimin yüzü gibi görünüyor.

Suudi Arabistan için Yemen’deki çıkmaz durum birçok olumsuz sonucu da beraberinde getirdi. 

Suudi yönetiminin önceden darbeyle suçladığı GGK’yi Yemen’in resmi bir temsilcisi olarak görmesi ve Hadi hükümetinin ortağı olarak tanıması, Güney Yemen’de devletin yeniden yapılandıracağını ve Suudi Arabistan’ın Husi gerçeğini kabule zorlanabileceğini gösteriyor. Riyad’da varılan anlaşmayla Yemen’in yeni bir sürece girdiğine ve bu sürecin birleşik Yemen projesine zarar verebileceğine dikkati çekmek gerekiyor. Soğuk Savaş dönemi gerçeğine dayanan kuzey-güney ayrımı, Riyad anlaşmasıyla dikkatlerin Husilerden ziyade güneydeki devletin yeniden yapılandırılmasına odaklanmaya sebep oluyor.

Savaşın başlangıcından itibaren Babü’l-Mendeb boğazı etrafındaki stratejik liman ve havalimanlarında kontrolü sağlayarak varlığını pekiştiren ve ayrı bir Yemen projesine sahip olan BAE, Husilerle mücadele yerine, hukuk dışı şekilde güneydeki muhalifleri tutuklamasıyla ve gizli hapishaneleriyle gündeme gelmişti. BAE’nin aynı zamanda stratejik Sokotro adasını ilhak etmek için de büyük çaba sarf ettiği biliniyor. Tüm bu konjonktürde, Riyad anlaşmasıyla birlikte, güneyde bazı kazanımlarını koalisyon ortağı Suudi Arabistan’la paylaşmayı kabul etse de BAE’nin stratejik anlamda anlaşmanın kazanan tarafı olduğu söylenebilir. Zira bu anlaşma sayesinde GGK, Hadi hükümetinin yanında uluslararası meşruiyet kazanırken, güney Yemen’de devletin neredeyse yarısına paydaş olmuş durumunda.

Suudi Arabistan’ın Yemen dersleri

Suudi Arabistan’ın Yemen müdahalesi, iç ve dış hedef ve amaçları, sınır ve kapsamı tam olarak belirlenmemiş, kararı aceleyle alınmış, zor ve engebeli bir arazide icra edilmiş ve neticede başarısızlıkla sonuçlanmış askeri bir operasyon olarak nitelendirilebilir. Yemen’i zapt etmenin tarihsel zorlukları ve alınması gereken dersler bir yana, söz konusu müdahale, iyi ölçülüp biçilmeden kalkışılması hasebiyle hem askerî hem de diplomatik açıdan iyi analiz edilmesi gereken bir süreç.

Suudi Arabistan’ın plan ve hesaplarının sahada tutmamış olmamasının birçok sebebi var. Her şeyden önce “Arap Koalisyonu” adıyla ortaya çıkan Körfez ittifakı, önce Katar’ın dışarıda kalması, daha sonra BAE ile güney Yemen’de yaşanan anlaşmazlıklar ve son olarak yeni Sudan yönetiminin Yemen’deki askeri birliklerini çekme kararıyla zor durumda kaldı. Zira Suudi yönetimi yaptığı planlarda, savaşın sahadaki yükünü kendi askeri yerine ithal bir ordu ve yerel milis güçleri üzerine kurmuştu. İlaveten Koalisyon içinde tek başına hareket eden BAE’nin kendi ajandasını yürürlüğe koyması, Yemen toplumunun menfaatlerinin korunması yerine (Sokotro başta olmak üzere) Yemen’in stratejik geçiş güzergahlarının BAE lehine işgal edildiği bir görüntünün ortaya çıkmasına yol açtı. Bu durum Koalisyon'u çatırdatmanın yanı sıra, sahada Koalisyon'u teşkil eden farklı ülkelerin desteklediği farklı yerel milis güçleri arasında çatışmalara sebep oldu.

Dört yıl önce büyük bir moral üstünlüğüyle kurulan Arap Koalisyonu, tarihe akim kalmış askerî bir teşebbüs olarak geçti. Körfez ülkeleri tarihine eklenen bu askeri tecrübe, bölgenin ne denli kırılgan ve birlikten yoksun olduğunu gösteriyor. BAE GGK’yi kullanarak ülkenin stratejik noktalarında hakimiyet kurdu ve Hadi hükümetini ilgili bölgelerden çıkarttı. Bu durum Ağustos ayında Hadi hükümeti ile GGK arasında şiddetli çatışmalara yol açarak GGK’nin birçok vilayette kontrolü sağlamasına yol açtı. Bu hal ise BAE ile Suudi Arabistan arasında büyük bir çatlak ortaya çıkardı. Birlikte hareket ettiği BAE'nin güneyde farklı siyasi grupları güçlendirmesi, Suudi Arabistan’ın büyük bir hatasını ortaya çıkardığı gibi, Körfez’deki ittifakların doğası ve geleceği hakkında da fikir veriyor.

Suudi Arabistan’ın başarısızlığına yol açan diğer bir önemli gelişme, güneydeki Husi karşıtı silahlı ve siyasi grupların da birbirleriyle çatışıyor olması. Savaş daha sona ermeden “Husi düşmanlarını” unutan silahlı milisler ve güçlü komutanlar, kendi aralarında şahsi hesaplarını görmenin ve arazide ganimet elde etmenin peşine düştü. Bunun için aralarında şiddetli bir şekilde çatışmanın yanı sıra, uluslararası düzeyde tanınan Hadi hükümetine karşı da silahlı mücadeleye giriştiler. İç çatışmanın (Suudi Arabistan’ın petrol ve yeraltı zenginlikleri bakımından önemsediği) doğu bölgelerine de sıçraması, mevcut durumun açmazlarını iyice gün yüzüne çıkardı.

Son Husi karşıtı Yemen savaşında Suudi Arabistan’ın önemli amaçlarından biri de Yemen’in doğu bölgelerindeki nüfuz ve hakimiyetini artırmaktı. Ülkesindeki petrol kaynaklarını garantiye almak ve muhtemel bir güney-kuzey petrol boru hattı kurmak için imar ve insani yardım faaliyetlerini istikrarlı bir şekilde artırdı. Ancak Suudi Arabistan’ın tüm bu planları, doğudaki çatışmalar sebebiyle arzu ettiği gibi işlemedi.

Suudi Arabistan için Yemen’deki çıkmaz durum birçok olumsuz sonucu da beraberinde getirdi. Her şeyden önce, Suudi Arabistan’ın sınır güvenliği ciddi anlamda tehdit altında. Eylül ayının son günlerinde İran destekli Husiler, Suudi Arabistan’ın desteklediği gruplara yönelik bir operasyonda 100 kadar Suudi askeri ve binlerce Yemenliyi esir almıştı. Operasyon Suudi sınırında bulunan Necran’a yakın Kutaf ve Buka bölgesinde gerçekleşti. Husilerin bu taarruzundan sonra, Suudi destekli güçler 20 kilometre kadar Suudi Arabistan’ın içlerine doğru çekilerek büyük bir yenilgi yaşadılar. Ayrıca Husiler Suudi Arabistan’ın Yemen sınırında bulunan havalimanlarını da hedef almıştı. Husiler drone saldırılarıyla Suudi Arabistan’ı sürekli hedef aldılar, stratejik tesisleri ve boru hatlarını bombaladılar. Tüm bu saldırılar Suudi Arabistan’ın güney sınırının güvensizliğiyle sonuçlandı. Bu durum ise Suudi Arabistan'ın kendi güvenliğini sağlamadaki yeterliliği konusunda bir muhasebeye yol açtı.

Suudi Arabistan dünyada silahlanmaya en çok para harcayan ülkelerin başında geliyor. Satın aldığı tüm askerî teknoloji ve mühimmata rağmen askerî olarak çok ciddi zaaflarının olduğu anlaşılıyor. Nitekim bu durumun farkında olan Suudi yönetimi, Ekim ayının ortasında Kraliyet topraklarına üç bin ilave ABD askerinin yerleşeceğini açıkladı.

Yemen savaşı Suudi Arabistan için ağır bir ekonomik yük de getirmiş durumda. Husilerin Suudi Arabistan’ın can damarı olan Aramco’ya bağlı Abkayk ve Hureys petrol ve gaz tesislerine yönelik insansız hava araçlarıyla düzenledikleri saldırılarda, geçici olarak petrol sevkiyatı durmuş, Suudi Arabistan büyük mali kayıplar yaşamıştı. Bu ve buna benzer saldırılar Suudi Arabistan’ın mevcut ekonomik parametrelerinin de bozulmasına yol açtı. Ayrıca “Arap Koalisyonu” ülkelerine verdiği mali taahhütler ve sahada milis güçlerine ayırdığı silah ve ödemeler, Suudi Arabistan için günlük bazda ciddi bir maliyetin oluşmasına neden oldu. Bu durum ise Suudi ekonomisi için artık kaldırılamaz bir hale geldi ve doğrudan etki etmeye başladı.

Yemen müdahalesinden kaynaklanan güvenlik sıkıntılarına ve mali problemlere, ülkenin uluslararası arenada maruz kaldığı çeşitli baskılar da eklenince, Suudi yönetimi planlananın tam aksi bir tabloyla karşı karşıya kalmış oldu. Suudi Arabistan böylece uluslararası medyaya ve diplomatik ilişkilere yaptığı tüm yatırımlara rağmen, birçok risk ve tehditle karşı karşıya. Suudi Arabistan’ın Yemen’de sebep olduğu insani kriz uluslararası arenada büyük bir prestij kaybına yol açmış ve “modern, zengin ve güvenli ülke” imajına zarar vermiş durumda.

(AA)

Etiketler :
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanan aydınlatma metnimizi okumak için buraya, mevzuata uygun çerez politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya, gizlilik politikamızla ilgili detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
closeX